YEŞİLYOLCULAR | SANAL ALEMİN İMAM HATİP ŞUBESİ

Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.

    Tin sûresi - tefsir

    ..::mücahit::..
    ..::mücahit::..
    YY


    Erkek
    Mesaj Sayısı : 623
    Yaş : 35
    Nerden : KONYA
    Okul : Seydişehir İhl
    İleti : ..::madem ki ölüm bir defa neden ALLAH için olmasın::..
    Ruh hali : Tin sûresi - tefsir Tuhaf10
    Teşekkür : 12
    Puanı : 352
    Kayıt tarihi : 06/08/08

    Tin sûresi - tefsir Empty Tin sûresi - tefsir

    Mesaj  ..::mücahit::.. Salı Mayıs 05, 2009 12:45 pm

    Zirve, çukur ve ümit.


    Rahmân ve Rahîm Allah'ın adıyla
    "1-İncire, zeytine, 2-Sînâ Dağı'na ve 3-şu güvenli Şehre yemin ederim ki, 4-biz insanı en güzel biçimde yarattık. 5-Sonra onu aşağıların aşağısına indirdik. 6 Yalnız inanıp iyi işler yapanlar hariçtir. Onlar için kesintisiz bir mükâfat vardır. 7 Artık bun[ca kanıtdan sonra hangi şey sana (âhiret) cezâsını yalanlatabilir? 8 Allah, hükmedenlerin en güzel hükmedeni değil midir?"
    Yüce Allah bu surenin başında, ikisi meyve, ikisi de yer olmak üzere dört şeye yemin etmiştir: Meyveler incir ve zeytin, yerler ise Sînâ Dağı ve güvenli şehir olan Mekke'dir. Bunlarla sûrenin geri kalan kısmı arasında bir anlam ilişkisi var mıdır?
    Yeminden sonra sûrede zikredilenleri düşünelim. Sûre şüphesiz ki Allah en iyi bilendir insanın yaratılışından bahsetmektedir. Allah insanı, (Âdem Aleyhisselam örneğinde olduğu gibi ilmî ve aklî yönden en güzel surette yaratmıştır. Hatta Yüce Allah'ın 'meleklere, Âdem'e secde etmelerini emretmesi, onların da iblisin dışında ona secde etmeleri'(1) ve ilim yönünden meleklerden üstün olması(2) (gibi) delillerden anlaşılacağı üzere bu hususta (insan) meleklerden ve cinlerden üstündür. Sonra Allah Âdem'i cennetine koymuş ve tek bir ağaç dışında (ki onun, incir, hurma veya buğday olduğu söylenmektedir) bütün ağaçlar[ın meyvelerin]dan yemesine müsaade etmiştir. Ancak Âdem, her ne kadar en güzel sûrette (yaratılmış) olsa da– kusurdan hâlî değildir. Çünkü kemâl, sadece Allah'a mahsustur. Onun kusuru, şehveti karşısında iradesinin zayıf olmasıdır:


    "Andolsun biz, önceden Âdem'e (o ağaçtan yememesini) tavsiye etmiştik, (bizim tavsiyemizi) unuttu. Biz onda bir azim (ve sebat) bulamadık."(3)
    Âdem, yasaklanan ağaç[ın meyvesin]dan yedi ve bu yüzden mahrem yerleri açıldı. Allah onu cezalandırdı ve cennetten yere indirdi. Böylece o ve zürriyeti aşağıların en aşağısına inmiş oldu. Onun neslinden her fert, çocukluğundan itibaren çeşitli hastalık ve acılara maruz kalır; yaşlanır, gücü, kuvveti ve güzelliği, bazen de aklı gider. O yaratılış ve akıl bakımından aşağıların en aşağısına iner. Nitekim onu Yüce Allah şöyle nitelemektedir:
    "Gerçekten insan, çok zâlim ve çok nankördür!"(4)
    "Doğrusu insan çok hırslı (ve sabırsız) yaratılmıştır. Kendisine kötülük dokunduğunda sızlanır, feryat eder. Ona hayır dokunduğunda ise pinti kesilir (sıkıca tutar)."(5)
    En kötüsü ise insanın Rabbini unutması ve O'na karşı nankörlük etmesidir:
    "İnsan, Rabbine karşı çok nankördür."(6)
    Bazı müfessirler şöyle demişlerdir: Yüce Allah'ın, "biz insanı en güzel biçimde yarattık; sonra onu aşağıların aşağısına indirdik" sözünden maksat, şekil, sûret ve vücudunun dik olması açısından insanın yaratılışının güzelliği, sonra da ömrünün en düşük seviyesine inmesidir. Bunların hepsi bu dünyada[olmakta]dır. Zâhirî (maddî) olan bu muhkem tefsir[in değerin]i, şu iki şey düşürmektedir:
    Birincisi: Bu dünyada şekil ve sûret bakımından insandan daha güzel ve iyi olanlar vardır.
    Yûsuf Aleyhisselam'ın güzelliğinin hayran bıraktığı kadınlardan bahseden Allah'ın şu sözünün ifadesiyle bunlar meleklerdir:
    "Kadınlar Yûsuf'u görünce onun büyüklüğünü anladılar. (Ona hayranlıklarından ötürü) ellerini kestiler ve dediler ki: Hâşâ Allah için bu insan olamaz, bu ancak güzel bir melektir!"(7)
    Kadınlar onu, meleklerin, beşerden daha güzel sûretli olduklarının bilinmesi nedeniyle– meleğe benzetmişlerdir.
    İkincisi: Âyette zikredilen, "yalnız inanıp iyi işler yapanlar hariçtir/onlar bunun dışındadır" ifadesi îmânı, görünen cüsseyi/kalıbı değil "aşağıların en aşağısı"nın karşısına koymuştur. İbn Kesîr tefsirinde şöyle demektedir:
    "Sonra onu aşağıların en aşağısına çevirdik"in anlamı, cehennem[e attık demek]dır.(Cool Böylece o, "aşağıların en aşağısı"nı, ömrün en aşağı seviyesi değil, cehennem olarak tefsir etmiştir. Zaruri olarak bu "en güzel şekil", cehenneme karşılık, yani cennet demektir. İnsanın en güzel şekilde yaratılması, Âdem'in ilk cennetteki hayatına bir işarettir.
    Bu manayı, (Allah'ın daha sonra zikredilen) "onlar için kesintisiz bir mükafat vardır" âyeti de te'yîd etmektedir. Yani, îmân eden ve sâlih amel işleyenlere, Âdem'in, yaptığı hata yüzünden nimeti kesilen ilk cennetinin aksine, öbür (âlemdeki) cennette kesintisiz nimet vardır. Bu da, ilk cennette olduğu gibi, öbür (dünyadaki) nimetin kesintiye uğramasının asla tekrarlanmayacağı konusunda (sâlih) amel yapan mü'minlere güven[ce] vermektedir.

    Zirve, çukur ve ümit
    Tefsir ne olursa olsun, insanın "en güzel biçim" olan zirveden, "aşağıların aşağısı" olan çukura inmesi fikrinin, Yüce Allah'ın incire, zeytine, Sînâ Dağı'na ve güvenli şehre yemin etmesiyle irtibatına herhangi bir zarar vermez. Tercih edilen tefsire göre insan, ilk cennette, en güzel şekilde idi. Sonra yeryüzün[d]e, "aşağıların en aşağısına" indi. (Acaba) diğer cennete dönüş var mıdır? Yoksa ümit[ler] kesilmiş midir? Cevab âyettedir:
    "Yalnız inanıp iyi işler yapanlar hariçtir."
    Çeşitli acılara katlanarak ve bütün gücünü sarfederek sâlih amel işleyen ve îmân edenin Allah günahını affetsin ve onu, mükâfâtı ve nimeti hiç tükenmeyecek olan cennet[in]e koysun.


    Bana öyle geliyor ki, geçen bütün bu manalar –şüphesiz Allah en iyi bilendir– sûrenin başında yer alan rumuzların içine gizlenmiştir ki bunlar da, incir, zeytin, Sînâ Dağı ve güvenli şehirdir. Bu nasıl olmaktadır? "En güzel biçim" olan zirve ve "aşağıların en aşağısı" olan çukur (neresi?), (buradan) çık[ıp kurtul]ma ümidi yok mu?
    Birincisi, incir ve zeytin (ağacı): İncir bilinen bir ağaçtır; tatlı ve lezzetli bir meyvesi vardır. Zeytinin meyvesi ise (işlenmeden önce, bünyesinde bulunan ve ona acılık veren oleuropein maddesinden dolayı) son derece acıdır. Lezzet açısından, incir ve tadının, lezzetin zirvesinde, zeytinin ise, acı tadından dolayı en alt seviyede (çukur) olduğunu görmekteyiz. En güzel tadı olan incirden en kötü tadı olan zeytine intikal, zirveden çukura düşüş değil midir? İncir, ilk cennet ve bu cennetin nimeti içindeki ilk insan[Âdem Aleyhisselam]ın haline; zeytin ise, onun yeryüzündeki durumuna ve burada (maruz kaldığı) sıkıntı (acılık) ve meşakkate işarettir.
    Ancak, zeytinin acılığından kurtuluş yolu (ümidi) bulamaz mıyız? Evet, azimli bir şekilde kesintisiz olarak (içindeki oleuropein maddesini azaltmaya) çalışmakla onun acılığını giderme imkânımız olabilir. Onu suya yatırmak veya sıkmak ve lezzetli olan yağını çıkarmak suretiyle bu yapılabilir. Böylece (ifadeler arasındaki) uygunluk sağlanmış olur: Îmân ve sâlih amelle hatalardan kurtulma imkanımız olduğu gibi, zeytini de acılığından kurtarmak mümkündür.



    En yüksekten, en aşağıya...

    İkincisi, Sînâ Dağı ve emîn/güvenli şehir: Sînâ Dağı, Sînâ çölünde bulunan bir dağdır. Emin şehir –yani Mekke– ise ekin bitmeyen bir vâdîde yer almaktadır.(1) Salt coğrafî açıdan Sînâ Dağı'ndan Mekke vâdîsine intikal, zirveden çukura inişe işaret etmektedir. Ancak bu hükmün önemli izah[lar]ı vardır:
    1. Sînâ Dağı: Yalnız başına bu dağın, Âdem[Aleyhisselam]'ın en güzel şekilden aşağıların aşağısına inişi olayını tekrar ifade eden bir hikayesi vardır ki bu da, Mûsâ Aleyhisselam zamanında İsrâîloğulları'nın, îmân (etmeye teşvik edici olan) mucizelerinin (âyetlerinin) zirvesinden buzağıya tapma çukuruna düşmeleridir. Mûsâ Aleyhisselam'ın gösterdiği, kendilerini îmân zirvesine yükseltecek nitelikteki o hayret verici mucizeleri (ki bunlar, yılana dönüşerek sihirbazların iplerini ve sopalarını yutan asâ, kurbağa, çekirge, kan ve onların, denizin yarılmasıyla boğulan Firavun'dan kurtulmalarıdır) gördükten sonra bir de bakarsınız ki onlar, Sâmirî'nin kendileri için yaptığı buzağıya tapma derekesine inmişlerdir. Diğer açıdan, Mûsâ Aleyhisselam Tûr Dağı'nın üzerinde Allah'a yalvarır ve O'ndan levhaları alırken –ki bu rûhî/manevî zirvedir– İsrâîloğulları şirk çukurunda (bulunmakta) idiler.
    2. Güvenli şehir: Bu, Allah'ın sâkinlerine (ehline) maddî ve manevî (dünyevî ve îmânî) olarak büyük nimetlerle ikramda bulunduğu Mekke'dir. Onu İbrâhîm Aleyhisselam ile İsmâîl Aleyhisselam kurdular. Bu ikisi orada, Allah'ın yeryüzündeki en kutsal evini inşâ ettiler. Ora sâkinlerine Allah'a inanmayı ve ibâdet etmeyi (tebliğ edip) öğrettiler. Allah, diğer Arapların kalplerini, –kendileri vasıtası ile– meyvelerden oranın sâkinlerini yararlandırmak için onlara meylettirdi. Emin olan şehirlerini, Arap yarımadasında barış ve güvenlik için sağlam bir üs yaptı. Ona hiçbir kimse saldır[a]maz, oraya giren herkesin hem kendisi ve hem de malı güvende olur. O[rada otura]nları, yaz ve kış mevsimlerinde (yaptıkları) ticaretle rızıklandırdı, açlıktan kurtardı, korkulardan emin kıldı, fil ordusundan –apaçık bir mucizeyle– korudu.
    ..::mücahit::..
    ..::mücahit::..
    YY


    Erkek
    Mesaj Sayısı : 623
    Yaş : 35
    Nerden : KONYA
    Okul : Seydişehir İhl
    İleti : ..::madem ki ölüm bir defa neden ALLAH için olmasın::..
    Ruh hali : Tin sûresi - tefsir Tuhaf10
    Teşekkür : 12
    Puanı : 352
    Kayıt tarihi : 06/08/08

    Tin sûresi - tefsir Empty Geri: Tin sûresi - tefsir

    Mesaj  ..::mücahit::.. Salı Mayıs 05, 2009 12:46 pm

    * * *
    Burada, Mısır'dan çöle çıkışları esnasında İsrâîloğulları'nın durumuna işaret eden Sînâ Dağı ile Mekke ehline işaret eden güvenli şehir arasında başka bir irtibat da düşünülebilir. (Şöyle ki): Her iki kavim de, kendilerini kuşatan korkunç tehlikenin ortasında, mucizevî bir güven içinde bulunuyorlardı. Nitekim İsrâîloğulları yarılmış denizi geçerken kendilerini kuşatan su kütlelerinin ortasında mucizevî bir güven içinde idiler. Aynı şekilde güvenli şehir olan Mekke ehli de, hiçbir engel tanımadan, harpler ve zâlimâne saldırılar ile birbirine giren ve hücum eden Arap kabilelerinin (kargaşa) tûfânı ortasında yine mucizevî bir güven içinde bulunuyorlardı.
    Allah, Mekke ehlini bir mucize ile açlıktan kurtardığı gibi, helva ve bıldırcın mucizesiyle İsrâîloğulları'nı da çölün açlığından kurtarmıştır.
    Allah'ın Mekke ehline tahsis ettiği bu açık nimetler onları îmân zirvesine taşımalıydı. Ancak onlar, Allah'a şirk koşma çukuruna düşmüşler ve Allah'ın evini putlarla doldurmuşlardır.
    O zaman (bu), emin şehrin müşriklerinin, en güzel şekilden (zirveden), aşağıların en aşağısına inmesine bir işarettir. (İşte) bu da sûrenin temel fikrine bağlıdır. Ancak, güvenli şehirde yüzüstü düştükten sonra kalkışı nasıl yapacağız? İşte o (kalkış), İslâm'dır (yani), insanlar için çıkarılmış en hayırlı, Allah yolunda gerçek cihadı yapan, hatta Allah'ın dinini yaymak için doğuda ve batıda fetihler gerçekleştiren, (kısaca) "îmân eden ve sâlih amel işleyenler" âyetini, fiilen tatbik etmeye çalışan ümmeti yetiştiren, güvenli şehrin evladı olan güvenilir Muhammed'in getirdiği (İslâm) dini[yle ancak olabilmekte]dir.
    Mûsâ Aleyhisselam, Tûr dağında Rabbi kendisiyle konuşurken (münâcât) rûhânî zirvede olduğu gibi, Muhammed Sallallahu Aleyhi ve Sellem de miraç gecesi, yedi göğü ve sidretü'l–müntehâyı geçtikten sonra Rabbi kendisiyle münâcâtta bulunurken en yüksek ve en yüce zirvede idi. İki seçkin elçinin mirâç gecesi defalarca buluşması tesâdüfî değildir. Bu (görüşmeler), Muhammed Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in ümmetine farz kılınan namazın azaltılmasını istemeye gitmesi, sonra Mûsâ Aleyhisselam'a gelmesi, Mûsâ Aleyhisselam'ın da (Rasûlallah'ın) daha fazla hafiflik talep etmesi için tekrar Allah'a dönmesini istemesi esnasında olmuştur.
    "Artık bun[ca kanıt]dan sonra hangi şey sana (âhiret) cezâsını (dîni) yalanlatabilir?":
    Buradaki "dîn"den maksat, kıyâmet günü amellerin karşılığı ve hesâbıdır. Ancak, kıyâmet günü hesap ve cezânın vukû[bulacağ]ını te'yîd eden bu âyetin, kendinden önce Âdem ve onun ilk cennetten inişi olayı ile irtibatı nedir? Yüce Allah sanki şöyle demektedir:
    Ey insan! Sen şu dünyanda, Âdem'in yasaklanan ağaçtan yiyerek (işlediği) hatadan dolayı aldığı cezâ nedeniyle bir zorluk içinde iken, Kıyâmet günü hatalara karşılık olarak cezâ ve hesâbın olacağını nasıl inkar ediyorsun? Bu dünyada, hastalık, elem, hüzün, endişe ve musîbetlerle mutsuz/kötü durumda/sıkıntıda değil misin? Âdem'i bu cezâya çarptıran ve o cezânın sonuçlarını yaşamayı senin için ön gören, cezâ günü sana da söz konusu cezâyı vermeye şüphesiz kâdirdir. Eğer O'nun tavsiyelerine uyarsan, baban[Âdem]e ilk cenneti verenin, sana ebedî cenneti vermeye elbette gücü yeter.

    * * *
    "Allah, hükmedenlerin en güzel hükmedeni değil midir?":
    Biz bir hâkimi veya dünya meliklerinden bir meliki, tebaası için, içinde halkının durumunu ve imkânlarını açıklayan bir proje (yaptığı) ve[ya] halkının saâdetini ve iktisâdî, ahlâkî, bedenî ve aklî sağlığını korumaya yönelik bir yöntem geliştirdiği zaman, onu hakîm (bilge) sayar, medheder ve hikmetini överiz. Bu hâkim veya melik, bu projeyi kısa bir zaman dilimi ve beşeriyetin küçük bir parçası olan tek bir halkın iyiliği için ortaya koymuştur. Ve biz bunu hakîm olarak kabul ederiz.
    Bütünüyle kâinatın hâkimi olan âlemlerin Rabbine gelince O bu seçkin sûrede, bütün asırlarda tüm beşeriyete şâmil olan bir planı ortaya koymuştur. Allah söz konusu sûrede bize, geçmişimizi, mevcut durumumuzu ve geleceğimizi açıklamıştır:
    Mâziye gelince bu, babamız Âdem'in ilk cennetindeki kıssasıdır. Orada en güzel şekilde idi, sonra şehvetten ve şeytanın teşvîkinden kaynaklanan hatası nedeniyle cennetini, yüksek makamını kaybetti ve aşağıların en aşağısı durumundaki yeryüzüne indi. Bu geçmiş[hâdise]de bizim için çok önemli bir ibret vardır.
    Mevcut duruma gelince bu, dünyada yaşadığımız bedbaht/sıkıntılı hal ve bizi kuşatan şehvet ve tuzaklardır. Bu bedbahtlık/kötü durum, masiyeti nedeniyle Âdem Aleyhisselam'a nispetle bir cezâ ise de bize göre Allah'ın bizim için yazmış olduğu bir kaderdir. Onu en iyi (sonuç veren bir) yolla karşılamamız ve tedavi etmemiz gerekir. Bu da îmân ve sâlih amel ile olmaktadır.

    * * *
    İstikbâle gelince, o da şu an yaptığımızın karşılığını bulacağımız ahrettir ki, ya sonsuz saadet/mutluluk, ya da ebedî bedbahtlıktır/mutsuzluktur.
    Bunlar, halkaları sağlam olan bir zincirdir. Mâzide isyan mevcûdun bedbahtlığına/mutsuzluğuna, mevcûdun ameli geleceğin saadetine/mutluluğuna veya bedbahtlığına neden olmaktadır.
    Mâzî, geçici bir nimettir. Mevcut, geçici bir bedbahtlık/sıkıntı halidir. İstikbale gelince o da dâimî saâdet veya sürekli bedbahtlıktır.
    Bu, sırf rahmeti nedeniyle Allah'ın bize, dünyanın bedbahtlığından kurtulma ve âhiretin nimetini elde etme fırsatını vermek için ortaya koyduğu açık bir plandır.
    İşte bu, planların en sağlamı değil midir? Allah, hükmedenlerin en güzel hükmedeni değil midir? Evet yâ Rabbi.



    DİPNOTLAR:
    1. Kehf Suresi;18/ 50.
    2. Bakara Süresi;2/ 31.
    3. Tâhâ Süresi;20/ 115.
    4. İbrâhîm Süresi;14/ 34.
    5. Me'âricSuresi;70/ 19-21.
    6. Âdiyât Suresi;100/ 6.
    7. Yûsuf Süresi;12/ 31.
    8. İbn Kesîr, IV, 563.


    1. Bkz., İbrâhîm (14), 37.

      Similar topics

      -

      Forum Saati Çarş. Mayıs 15, 2024 11:04 am