YEŞİLYOLCULAR | SANAL ALEMİN İMAM HATİP ŞUBESİ

Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.

2 posters

    Güneşe giden yol

    ..::mücahit::..
    ..::mücahit::..
    YY


    Erkek
    Mesaj Sayısı : 623
    Yaş : 35
    Nerden : KONYA
    Okul : Seydişehir İhl
    İleti : ..::madem ki ölüm bir defa neden ALLAH için olmasın::..
    Ruh hali : Güneşe giden yol Tuhaf10
    Teşekkür : 12
    Puanı : 352
    Kayıt tarihi : 06/08/08

    Güneşe giden yol Empty Güneşe giden yol

    Mesaj  ..::mücahit::.. Paz Ağus. 09, 2009 10:08 pm

    Bu bir seyyahın hikâyesi. Heybesinden çıkan notlar arasında bulunmuş. Kafasında çakan şimşeklerin peşinden kilometrelerce yol alan bu seyyah kâh oraya kâh buraya dolanıp durmuş. Şüphesiz aradığı bir şey varmış. Şüpheyle çıkmış yola, şüpheyle yol almış.




    Her şeyden şüphe etse de şüphe etmekte olduğu için kendi varlığından şüphe edememiş. Soruları öyle çokmuş ki, cevapları bulmak için dünyayı dolanması gerekmiş. Hem aklını, hem vicdanını, hem kalbini tatmin edecek şeyin peşine düşmüş. Kendini keşfetme yolculuğuna önce dünyayı keşfederek başlamak istemiş. Kendi varlığını yaşadığı dünyanın varlığından gayrı göremiyormuş. 30 milyar ışık yılı genişliğindeki kâinatın bir yerinde, 100 bin ışık yılı eninde yer kaplayan Samanyolu’nun içinde, güneş sisteminin bir parçası olan dünyada yaşıyordu ne de olsa. Sürekli genişleyen evrenin hızına ışık kadar hızlı olsa yetişmesi için 30 milyar yıl yol alması gerekiyordu. Ama bilmesi gerektiğini hissetti birden. Kâinatta ne vardı? Bu kadar hızla nereye gidiyorlardı?

    Dünyanın üzerine binmiş gidiyordu. Evrenin yaşına oranla bir an denilebilecek bir ömür sürecekti topu topu. Şimdiden çoğunu harcamıştı bile bu ânın. Ama neden böyle sorulara muhatap oluyordu? Bu da bir soru değil miydi…!

    Acaba daha ne kadar zamanı vardı? Ne kadarını keşfedebilirdi ki kâinatın? Düşündü de, dünyayı bile keşfetmeye yetmezdi bu zaman. Öyleyse, ya zamanı durdurmalıydı ya da ışık kadar hızlı yol almalıydı. Bu hızla en azından dünyanın tamamını kolayca keşfedebilirdi.
    Işık kadar hızlı olmak için yine ışık olmak gerekirdi değil mi? İçine hapsolduğu madde duvarı yüksek hızlarda, dağılmaya mahkûmdu çünkü. Biraz fizik bilen herkes bunu kolaylıkla tahmin edebilirdi.


    Bir seyyah için vakit darlığı ne kadar acıydı. Bir kâşif için ne büyük bir handikaptı bu. Gidecek yol çok, vakit dar ve binek yavaştı…

    Işık üzerine düşünürken ilk kez aklına Nur kelimesi geldi. Nur da ışıktı, hem de kelimeye daha fizikötesi bir anlam yüklüyordu. “Bir seyyah not defterine hep bir şeyler karalamalı ki, seyahatinden açığa çıkan ilhamlar gelip geçici sözler olarak kalmasın.” Bilgece sözler söylemeye bayılırdı…

    Nur kelimesini not etti defterine. O kelimede bir sır olduğunu sezinlemişti. Sezgilere güvenmek konusunda temkinliydi gerçi. Ama onları göz ardı da edemezdi. Bilinç altından bilincine yansıyan bu kelime büsbütün anlamsız olamazdı ya.

    Bilinçten bahis açılınca canı sıkıldı birden. Kontrolü dışında bir şeyler olması hep tedirgin ederdi seyyahı. Bilinç altı yahut bilinç dışı veya sezgileri, ilhamları… (adları her neyse bunların) acaba onu yanıltıyor olabilirler miydi?

    Birden sakin olması gerektiğini düşündü. Sürekli sorular sorması, kaygı duyması boşuna değildi. Bunlar ona hep umut verirdi. Sonunda karar verdi: “Hiçbir şey boşuna değil!”

    Evet! Her şeyin bir anlamı olmalıydı. Anlamsız görülen şeyleri bile kendisi anlamlandırmalıydı yahut altlarında yatan manayı keşfetmeliydi. Madem bir kâşifti o ve bir seyyahtı bundan usanmak olmazdı.

    Doğru hareket etmek için bütün alıcılarını maksimum düzeyde harekete geçirmesi gerektiğini düşündü. Duyuları vardı, görüyor, işitiyor, dokunuyor, tadıyor, kokluyordu… Hissediyordu bir de, algılıyor, idrak ediyor, yorumluyordu bunları. Nasıl yaptığı önemliydi belki ama nasıldan ziyade önce nedenlerini sorgulamalıydı. Evet! Şimdi her yere kulak kesilmişti. En ufak bir sesi bile duymazdan gelmemeliydi. Gözlerini dört açtı, önce yere, sonra semaya uzandı bakışları…

    Semaya bakarken şöyle bir dalıverdi istemsizce. “Ben nereye bakıyorum?” diye sordu kendi kendine… Geçmişe baktığını fark etti birden. Gece bütün ihtişamıyla göz kırparken kendisine, hiç de antika bir eser gibi görünmüyordu halbuki..

    Proksima’ydı en yakın yıldızın adı. Latince “yakındaki” anlamına geliyordu. Halbuki ışık olsa 4 yıldan fazla sürerdi ona ulaşması. Güneşin de bir yıldız olduğunu biliyordu ama o bizim güneşimizdi işte. Onu herhangi bir yıldız gibi çağırmak hoşuna gitmiyordu. “O benim güneşim, yıldız değil. En yakın yıldız Proksima” dedi…

    Güneş’e ise ışık olsa 8 dakikada ulaşabilirdi. Lakin bunu yapamayacağını biliyordu. Maddeden örülü bedeni güneşe dayanamazdı. “Işık olsam belki…” diyordu.

    Güneşi düşündü yine. Milyarlarca yıldır her gün muntazaman doğup batıyordu. Hayatın en önemli kaynaklarından biriydi. Halbuki evrendeki 200 milyar kere 200 milyar yıldızdan sadece bir tanesiydi. Ama insanlık için ve dünya için anlamı kâinat kadar büyüktü. Dünyanın güneş etrafında dönmesi boşuna değildi ya!

    Tekrar yıldızlara ve semaya çevrildi dikkati. “Nereye bakıyordum?” diye yeniden sordu. Hatırladı demin düşündüklerini. Geçmişin bütün hazinelerini izlediği hissine kapıldı. O ilk çıkış noktasına mı bakıyordu? Bütün bunların başladığı o ilk patlama noktasına… Ve o günden bu güne gelen bazı yıldızların onlarca, yüzlerce, binlerce hatta yüz binlerce yıl önceki hallerine… Biraz daha bakışlarını derinleştirse ilk patlamayı görebilir miydi acaba?

    Her geçen an, o ilk noktadan hızlıca uzaklaşıyor olsa da, hayalen hiç de uzak gelmemişti şimdi. Zaman ne garip bir şeydi böyle? Çıplak gözlerle maziyi görebilmek tüyler ürpertici değil miydi? Bir an zaman ve mekân düzleminde çok büyüdüğünü hissetti. Acaba zamana hükmedebilir miydi? Geçmişi görebiliyorsa eğer, onunla ilişki de kurabilirdi pek tabii…

    Fizikî sınırlar buna elverişli değildi belki ama fizik ötesi diye bir şey varsa bu orada mümkün olabilirdi belki. Birden gülümsedi. Einstein geldi aklına. “Hay Allah” dedi “İnsan boyundan ne kadar büyük işlere kalkışıyor böyle. Kolu bir metre öteye ulaşamazken, gözünü evrenin ötelerine dikiyor”

    Birden duruldu... Neden evrenin ötesi olduğunu düşünmüştü ki? Zihninde (ya da İdealar dünyasında) var olan bu şeyin gerçekte de var olması gerektiği doğru ise, evren ötesi var olabilir miydi? İyi de eğer yoksa neden oraya gitmenin yollarını arasın ki!

    “İdealar haaa!” diye bağırdı. “Yok daha neler! Hayal desene şuna sen!” diye de öfkeli bir şekilde ekledi.

    Ama not defterine bir şeyler daha yazmadan edemedi: “Evrenin ötesi”…



    *



    Seyyah yol almaya niyet ettiği anda yolculuğu başlar. Nitekim o da epey bir yol almıştı. Şimdi gideceği yeri bilmiyordu gerçi ama duyuları oldukça kuvvetliydi.

    Derken kulağına uzaklardan bir çağrı ulaştı. “Gel, gel” diyordu bu çağrı… Neden bunca asır uzaktan gelen bu nidayı işittiğinde hemencecik oraya yönelmişti ki!

    Yoksa sekiz yüz ışık yılı uzaktaki bir yıldızdan mı geliyordu bu ses?

    Her neyse!

    İçinden bir his ona çok önemli sırlar verileceğini fısıldıyordu. Fısıltılar, sayhalara döndü ardından. “Gel, gel” sesleri arttıkça arttı.

    Gizem dolu bir seyahat başlıyordu artık… Kim bilir nerelere gidecekti… Ve gittiği yerlerde nelerle karşılaşacaktı…
    Heybesini sırtına, aklını başına, hislerini kalbine yüklenip koşmaya başladı. Işık kadar hızlı gidemiyordu belki ama “Nur” olabilme niyetiyle çıkmıştı yola. Yola bir kere çıktı mı seyyah, geri dönemezdi asla… Dönmeyecekti de!
    Bu ve başka hislerle ilk menzile vardı. Şimdi önünde durduğu belde Konya’ydı…
    ..::mücahit::..
    ..::mücahit::..
    YY


    Erkek
    Mesaj Sayısı : 623
    Yaş : 35
    Nerden : KONYA
    Okul : Seydişehir İhl
    İleti : ..::madem ki ölüm bir defa neden ALLAH için olmasın::..
    Ruh hali : Güneşe giden yol Tuhaf10
    Teşekkür : 12
    Puanı : 352
    Kayıt tarihi : 06/08/08

    Güneşe giden yol Empty Geri: Güneşe giden yol

    Mesaj  ..::mücahit::.. Paz Ağus. 09, 2009 10:08 pm

    Seyyah çıktığı yolda ilk menziline vardığı zaman şafak henüz sökmek üzereydi. Güneşin ilk ışınlarının dünyaya ulaşmasına tam sekiz dakika kala şehrin orta yerinde yükselen yeşil kubbenin önüne ulaştı.

    Konya’da şehre hâkim olan çorak sarı rengin hasret kaldığı yeşil renk sanki bu kubbedeki ışıltıyla gideriliyordu.

    “Gel” sesleri bu noktada merkezileşmiş ve kavisler alarak yükseliyor gibi bir his doldu içine… Burada soluklandı. Heybesini açtı, kalem ve kâğıdını çıkardı, şu mısraları yazdı:



    Sarı yolları aşarak,

    Yeşil kubbeyi sardın…

    Karanlığı yırtarak;

    Ey yolcu,

    Sonsuz güneşe vardın.



    Bu esnada güneşin ilk ışıkları vurdu kubbenin en üst kısmına. Gözleri kamaştıran bir şekilde ışın haleleri bir doğuya, bir batıya, bir kuzeye, bir güneye, aşağıya ve yukarıya, kısaca bütün cihetlere yayıldı. Şehre varalı sekiz dakika olmuştu ve güneş nihayet doğmuştu. Seyyah sorularla dolu zihnini bu yeşil ve rahat kubbenin gölgesine yaslayarak, onun gözleri yormayan ışığından istifade etmek istedi birden. Sesler kesilmiş; şimdi yerini esrarengiz bir sessizliğin, kulakları sağır eden gürültüsüne bırakmıştı. Susan her şey, bir şeyleri haykırıyordu. Seyyah ilk defa böyle bir hisse kapılmıştı. Sükûtun deli eden uğultusunu bundan sonra çok defalar daha dinleyecekti ama o şimdilik bunun farkında değildi tabii ki…

    Şimdi kulak kesilmişti adeta. Söylenmeyeni işitmek için kulak kâfi gelmezdi belki ama o; gözünün önünden akıp giden levhalardan kendisine iletilmek istenen mesajı anlamıştı aslında.



    Her gün bir yerden göçmek ne iyi,

    Her gün bir yere konmak ne güzel

    Bulanmadan, donmadan akmak ne hoş,

    Dünle beraber gitti cancağızım;

    Ne kadar söz varsa düne ait,

    Şimdi yeni şeyler söylemek lazım.



    Geleli az olmuşken gidişine emareler bulmak rahatsız etti seyyahı ama durmak yaraşmazdı eğer gitme vakti gelmişse… Lakin yorgundu ve dinlenmesi gerekiyordu. Dergâhın kuytu bir yerine oturdu. Şimdi etrafına sakince bakınmakla meşguldü. Derken biri yanına yaklaştı. Bu derviş görünümlü kişi sessizce yaklaştı

    - Elimde bir harita ile bir kitapçık var, 10 liraya veririm.

    Dedi ve elindekileri seyyahımıza uzattı. Seyyah hiç tereddüt etmeden kendisine uzatılanları aldı ve ücretini verdi. Derviş parayı beline monte ettiği keseye attı ve hafif ağır aksak bir yürüyüşle dergâhtan çıktı.

    Seyyah elindekilere bakadursun biz bu dervişi takip edelim. Dergâhtan çıkan derviş kılıklı adam birkaç metre yürüdükten sonra yürüyüşü düzelmiş gibi hızlanmaya başladı. Daha sonra öyle hızlandı ki koşmaya başladığı bile söylenebilir… Bu esrarengiz adam ilk bakışta derviş kılığına girmiş sıradan bir işportacı gibi görünebilir ama esasında böyle değildi. Demin seyyahtan aldığı parayı karşısına çıkan ilk fakire verip, yoluna devam etti. Şehrin güneyine doğru gidiyordu. Öyle hızlı hareket ediyordu ki sanki kaçıyor yahut bir yere yetişme telaşı içinde gibiydi. Sabahın o saatinde elinde bir harita ve kitapçıkla ortaya çıkıp, sonra da bu kadar hızlıca ortadan kaybolmaya çalışması şaşılacak şeydi doğrusu. Derken bir araca atladığı görüldü, nitekim bu araç da hızlıca şehri terk edecekti bir süre sonra. Bu durumu daha da garipleştiriyordu lakin biz seyyahı bıraktığımız yere dönmeliyiz…

    Seyyah şimdi dergâhta oturmuş bu haritayla kitapçığa göz gezdiriyordu. Dergâh sabahın ilk ışıkları olması hasebiyle pek bir tenhaydı. Dilenciler bile daha güne başlamamışken bu az evvelki işportacının varlığı seyyahı pek şaşırtmamıştı yine de…

    Harita demiştik. Bir seyyahın en çok ilgi duyacağı şeylerden biri de haritalardır haliyle. Şimdi harıl harıl bu haritayı inceliyordu seyyah. Elindeki harita dünya üzerinde kurulu bulunan Mevlevi dergâhlarını gösteriyor ve Avrupa ile Asya’yı kapsıyordu. Mevlevihanelerin bulunduğu merkezlere özel işaretler konulmuş bir de ufak açıklamalar ve notlar düşülmüştü… Kitapçık ise bu dergâhın kurucusu Hazreti Mevlana’nın hayatı ve Mesnevi’sinden seçme pasajlardan ibaretti.

    Seyyah bu ikisini de heybesinin içine özenle yerleştirdi. Kafasında bazı şimşekler çakmak üzereydi. Şimdi henüz gelmişken terk etmek üzere olduğunu hissettiği bu kutsal mekânda biraz düşüncelere dalmak zamanıydı belki de… Bir seyyahın, yol almadığı zamanlarda, hareket edeceği zaman ihtiyacı olacak aksiyonu ve enerjiyi depolaması gerekiyordu… Bu fiziksel olduğu kadar ruhsal bir enerjiydi aynı zamanda. Tıpkı bir oku fırlatmak için yayın gerilmesi gibi…

    Bu sebeple oturup dinlenirken kendisine gerekecek fikrî gerilime ulaşma ihtiyacı hissediyordu seyyah şimdi.

    Notlarını karıştırdı… Nur, evrenin ötesi, güneş, ışık olmak… Hep bu duygu gerilimleriyle buralara varmıştı… Gideceği yeri bilmeden yola çıkmış ve ne hafakanlarla yol almıştı… Acaba kimi dinlemeliydi, neye güvenmeliydi. Doğru yol gösterici güneş miydi, pusula mı yoksa hisleri mi? İşittikleri mi, gördükleri mi? Bildikleri mi, öğrendikleri mi yahut henüz hiç bilmedikleri mi?

    Yaşadığı hiçbir şeyin anlamsız ve boşuna olmadığından emindi. Geldiği noktanın gitmesi gereken nokta üzerinde sadece bir menzil olduğunu hem hislerinden, hem elindeki haritadan, hem de şimdi yanına gelen ve “Kalkın! Vakit henüz gelmedi” diyen görevliden anlıyordu.

    Evet, saatlerin ilerlemesiyle oraya gelen dergâh görevlisi, ziyaret saatinin henüz gelmediğini anlatmak istiyordu bu sözleriyle.

    Vaktin henüz gelmemiş olması, hiç gelmeyeceği anlamına gelmezdi ya!



    Zaman gitme zamanı, oturup, eğleşme zamanı değil

    Nur arıyorsan, güneşe pervane olmalı, gölgeye değil

    Kalp bu yolda hakikate pencere, akıl ise burak!

    Ne bu durduğum yer, ne de gitmediklerim durak!



    Son olarak not defterine bunları yazdı ve orayı terk etmek üzere toparlanmaya başladı. Şimdi nereye gideceğini biliyordu sanki. Bilhassa biz esrarengiz dervişin peşine düştüğümüz sırada yaşadığı bazı garip haller ve okuduğu satırlar ve sonrasında yaşananlar, şimdi içinde yer edinen hisleri oldukça kuvvetlendirmişti.

    Karar verdi biraz daha burada oyalanıp bu dergâhta yolculuğu ile ilgili daha detaylı bilgiler toplayacak ve sonra da hiç vakit kaybetmeden haritadaki ilk durağına gidecekti…

    Nitekim öyle yaptı ve gerçekten çok mühim bilgiler elde etti.

    Bunlar neler miydi?

    Dilerseniz hem bunları, hem de seyyahın ikinci durağında yaşayacaklarını bir sonraki bölümde anlatalım…

    -Devam edecek-
    entel_baki
    entel_baki
    yeşilci

    yeşilci


    Kadın
    Mesaj Sayısı : 148
    Yaş : 36
    Nerden : ÇANAKKALE
    Okul : 18 MART ÜNİVERSİTESİ
    İleti : EN İYİ NASİHAT DUDAKLARIMIZDAN DÖKÜLEN DEĞİL, YAŞAMIMIZDA GÖRÜLENDİR...
    Ruh hali : Güneşe giden yol Mutlu10
    Teşekkür : 8
    Puanı : 240
    Kayıt tarihi : 02/04/09

    Güneşe giden yol Empty ELİNE SAĞLIK

    Mesaj  entel_baki Çarş. Ağus. 12, 2009 5:25 pm

    HAKİKATEN ÇOK UZUN BİR YAZI ANCAK 3 PARAGRAF OKUYABİLDİM.... Smile Smile Smile

    ELİNE SAĞLIK YİNEDE... monkey

      Forum Saati Perş. Mayıs 02, 2024 10:00 am