(((karakterler; 'Eflatun' ve 'Uzakyakın')))
“Arkadaşlık ölmedi…”
Diye başlıyordu dostun mektubu…“şartlar ve zaman bitirse de beraber geçecek nice zamanları, kimse bitiremez içimdeki dostluğunu Eflatun’um!..” Eflatun daha ilk satırlarını okurken yüreğini dağlayan mektubun,gözyaşları çoktan ıslatmıştı satırları…Yaşlı gözlerini sildi ve devam etti zor da gelse gözlerine okumak; “Çok zaman oldu görüşmeyeli dostum…Bir tebessümünün sıcaklığını arıyor her yerde gözlerim…Kimsenin doyuramadığı o güzel dostluğun hala içimde dem tutmakta…Dayanamadım,açtım gözlerimi,konuşturdum harflerimi…Eflatun’um! Arkadaşlık modern çağ(!)la birlikte kalplerde yara bırakarak kayboldu, yok oldu…Arkadaşlar öldünüz mü? Ölüyor musunuz? Diye bağırıyor sırtından vurulup yıkılan arkadaşlıklar…Buralar öyle boş ki… Ve öyle boşlarla dolu ki…Gülüyorlar bana, modern çağ(!)ın sahte dostluğunu besleyenler… Aldırmıyorum Eflatun…Acıyorum yalnızca…Eflatun tadında günler geçiriyorum…Senle; kalbimde…Şimdi gönül dosta kavuşmak diliyor...Rabb’e açılan gül kokulu eller hatırına diliyor diller...Hz. Eba Bekir gibi, Hz. Ali gibi dostlar istiyor mektuplar gitmek için…Eflatun,vuslat hayallerimi süslemekte, ben beklemekteyim…Ağlama, bekle yalnızca…
Sana sonsuz harfli cümleler yazarım,
Senden başka kimse bilemez, işitemez…
Daim Dostun; Uzakyakın..’’
Mektup bitmişti…Eflatun’da bitmişti adeta…Aylardır böyle içten yazmamıştı mektubunu Uzakyakın…Eflatun’un içine işlemişti sanki her harfi mektubun…Biraz mutlu, biraz da buruktu… Sadece mektuplaşmalar doyurmuyordu yüreğini…Bir yandan da büyük dertleri vardı… Hastaydı…Belki vuslatın hayali, belki de alışılmış bir yurdun alışılmamışlığı itmişti onu bu amansız hastalığa…Yaşamak adına hiç bir umudu yoktu…Tek umudu, dostu bir kez olsun görebilmekti…Son kez görüp yumacaktı gözlerini…Tek umuduydu…
Uzakyakın ve Eflatun vuslatı her dem yaşarken, ayrılığında uçurumundaydılar aslında… Eflatun son günlerini yaşıyordu…Hiç bir sitemi yoktu kadere…Kabullenmişti her şeyi… Uzakyakın da bunu bilmeliydi…Bir iki gün geçti aradan…Eflatun, artık kafasındakileri toparlamış, söylencelerini düzenlemiş şekilde oturdu bir kâğıt ve bir kalemin önüne…Anlatacaktı her şeyi uzakta ama yakın olan Uzakyakın’a…Tam kaleme duygularını okutacaktı ki, acı bir zil sesiyle irkildi.İlk defa böyle acı çalıyordu zil.Hemen kalkıp kapıyı açtı.Şaşırmıştı, çünkü karşısındaki; daha bir iki gün önce kendisine Uzakyakın’ın mektubunu getiren postacıydı. Postacının uzattığı mektubu şaşkınlıkla aldı. Çünkü mektup Uzakyakın’dan geliyordu. Daha kendisine cevap yazmamıştı hâlbuki. Nedenini bilmediği bir burukluk oluştu yüreğinde. Elindeki kalemi susturdu sessizce.. ve titrek ellerle açtı mektubu. Şaşkınlığı giderek artıyordu, çünkü mektuptaki adres Uzakyakın’ın olmasına rağmen, yazı onun değildi;
“Sevgili Eflatun!” diye başlıyordu bu seferki mektup; “Ben Uzakyakın’ın burada yani hastanede tanıştığı bir arkadaşıyım.” Eflatun şaşırmıştı.Hastane de nereden çıkmıştı? Meraklı gözlerle devam etti; “Eflatun…Belki bunları duymak sana çok ağır gelecek…Ama söylemeliyim… Uzakyakın çok hastaydı.Amansız bir hastalıktı onunkisi…Senin her gelen mektubunla bir iki nefes kazanıyordu hayattan…Her gün bıkmaksızın mektuplarını okur ve her seferinde de ağlardı…Ağlardım…Kaybolurdu gözyaşlarıyla odadaki her ses,nefes dostluğunuzda…Hep sordum;“bunu bilmeye hakkı var, son günlerini, son nefeslerini yaşıyorsun, bunu ona neden söylemiyorsun?” diye...Ama onun verdiği cevap dostluğunuzun sonsuz cümlesiydi;
“Nedenler niyedir ki?Canımın canı,can dostum o benim nasıl söylerim,yokluğumun sessizliğinde sukuta bürünür kalbide…’’
Eflatun, hayatın getirdiği her acı,bizi ölümün kaçınılmazlığına inandırır…Uzakyakın da kaçamadı bu kaçınılmaz gerçekten…Bana vasiyetiydi bu mektubu sana yazmam…Başın sağ olsun…o hep orda seni bekliyor…
Ağlama bekle yalnızca…”
Eflatun artık kelimelerin ve nefesin bittiği yerdeydi…Okuduklarına inanamadı…Elindeki, gözyaşı yumağına dönmüş olan mektuba sadece bakıyordu…Can dostu, tek arkadaşı Uzakyakın, veda etmişti tüm dünyaya ve tüm dünya başına yıkılmıştı Eflatun’un…Neye uğradığını şaşırmıştı…Dostun hasretiyle her dem dolan gözleri, bu sefer ölüme bakıyordu, çaresiz…Gözleri kararmaya başladı…Artık sadece baktığı noktayı,o acı mektubu görüyordu…Bir süre sonra onu da göremez oldu…Aklını kurcalıyordu tüm sözcükler…Demek aynı kaderi paylaşıyorlardı demek son mektubuydu o mektup ve o yüzden bu kadar içtendi…Anladı ki söyleyemediği sözcükleri barındırıyordu içinde Uzakyakın, ve Eflatunun da söyleyemediklerini taşıyordu aslında farkında olmadan…
Artık dünyası kararmıştı Eflatun’un…Harflerini seçemediği mektup vardı yaşlı ellerinde… Farkında olmadan yere düşmüştü…Bir an duraksadı…Dünyayla tüm ilişkisi kesilmişti artık… Sonsuzluğa bakıyordu sadece...Vuslat gülleri filizleniyordu önünde…Belli belirsiz bir ses duydu gözlerinin baktığı belli belirsiz bir noktada...Eflatun söylencelerindeki harfleri lügatinden silmişken,Uzakyakın ona sesleniyordu tüm kalb-i samimiyetiyle…Bedeninde güç yoktu dosta gidecek…Artık ruhu yaşıyordu..Son nefesini verirken, gözlerindeki yaşlar yerini tebessüme bıraktı…Odadaki her şey susmuştu…Tek bir canlı yoktu adeta…Bütün varlıklar,ölümün verdiği bir vuslatı izliyordu… Eflatun, Uzakyakın’a kavuşmuştu leyl karası gözlerinde…Son sözcükleri döküldü dudaklarından…“Vuslat… Ölümle vuslat…” dedi ve yumdu gözlerini…
Dostun yerini dolduramadığı boşluk dolduracak mıydı dostların yerini?!…
Şimdi sadece boşluk vardı odada…
Ve boşlukta bir soru..
Arkadaşlık öldü mü?..
Sorunun cevabı yine boşluktaydı…
Ölen sadece iki bedendi…
Arkadaşlık ölmedi…
NurBeste..
"Arkadaşlık öldü mü?" konulu hikaye yarışmasına gönderdiğim hikayem.. ama malesef dereceye giremedim.. tabi her şey kısmet..
sizinlede paylaşmak istedim..
vesselam..
“Arkadaşlık ölmedi…”
Diye başlıyordu dostun mektubu…“şartlar ve zaman bitirse de beraber geçecek nice zamanları, kimse bitiremez içimdeki dostluğunu Eflatun’um!..” Eflatun daha ilk satırlarını okurken yüreğini dağlayan mektubun,gözyaşları çoktan ıslatmıştı satırları…Yaşlı gözlerini sildi ve devam etti zor da gelse gözlerine okumak; “Çok zaman oldu görüşmeyeli dostum…Bir tebessümünün sıcaklığını arıyor her yerde gözlerim…Kimsenin doyuramadığı o güzel dostluğun hala içimde dem tutmakta…Dayanamadım,açtım gözlerimi,konuşturdum harflerimi…Eflatun’um! Arkadaşlık modern çağ(!)la birlikte kalplerde yara bırakarak kayboldu, yok oldu…Arkadaşlar öldünüz mü? Ölüyor musunuz? Diye bağırıyor sırtından vurulup yıkılan arkadaşlıklar…Buralar öyle boş ki… Ve öyle boşlarla dolu ki…Gülüyorlar bana, modern çağ(!)ın sahte dostluğunu besleyenler… Aldırmıyorum Eflatun…Acıyorum yalnızca…Eflatun tadında günler geçiriyorum…Senle; kalbimde…Şimdi gönül dosta kavuşmak diliyor...Rabb’e açılan gül kokulu eller hatırına diliyor diller...Hz. Eba Bekir gibi, Hz. Ali gibi dostlar istiyor mektuplar gitmek için…Eflatun,vuslat hayallerimi süslemekte, ben beklemekteyim…Ağlama, bekle yalnızca…
Sana sonsuz harfli cümleler yazarım,
Senden başka kimse bilemez, işitemez…
Daim Dostun; Uzakyakın..’’
Mektup bitmişti…Eflatun’da bitmişti adeta…Aylardır böyle içten yazmamıştı mektubunu Uzakyakın…Eflatun’un içine işlemişti sanki her harfi mektubun…Biraz mutlu, biraz da buruktu… Sadece mektuplaşmalar doyurmuyordu yüreğini…Bir yandan da büyük dertleri vardı… Hastaydı…Belki vuslatın hayali, belki de alışılmış bir yurdun alışılmamışlığı itmişti onu bu amansız hastalığa…Yaşamak adına hiç bir umudu yoktu…Tek umudu, dostu bir kez olsun görebilmekti…Son kez görüp yumacaktı gözlerini…Tek umuduydu…
Uzakyakın ve Eflatun vuslatı her dem yaşarken, ayrılığında uçurumundaydılar aslında… Eflatun son günlerini yaşıyordu…Hiç bir sitemi yoktu kadere…Kabullenmişti her şeyi… Uzakyakın da bunu bilmeliydi…Bir iki gün geçti aradan…Eflatun, artık kafasındakileri toparlamış, söylencelerini düzenlemiş şekilde oturdu bir kâğıt ve bir kalemin önüne…Anlatacaktı her şeyi uzakta ama yakın olan Uzakyakın’a…Tam kaleme duygularını okutacaktı ki, acı bir zil sesiyle irkildi.İlk defa böyle acı çalıyordu zil.Hemen kalkıp kapıyı açtı.Şaşırmıştı, çünkü karşısındaki; daha bir iki gün önce kendisine Uzakyakın’ın mektubunu getiren postacıydı. Postacının uzattığı mektubu şaşkınlıkla aldı. Çünkü mektup Uzakyakın’dan geliyordu. Daha kendisine cevap yazmamıştı hâlbuki. Nedenini bilmediği bir burukluk oluştu yüreğinde. Elindeki kalemi susturdu sessizce.. ve titrek ellerle açtı mektubu. Şaşkınlığı giderek artıyordu, çünkü mektuptaki adres Uzakyakın’ın olmasına rağmen, yazı onun değildi;
“Sevgili Eflatun!” diye başlıyordu bu seferki mektup; “Ben Uzakyakın’ın burada yani hastanede tanıştığı bir arkadaşıyım.” Eflatun şaşırmıştı.Hastane de nereden çıkmıştı? Meraklı gözlerle devam etti; “Eflatun…Belki bunları duymak sana çok ağır gelecek…Ama söylemeliyim… Uzakyakın çok hastaydı.Amansız bir hastalıktı onunkisi…Senin her gelen mektubunla bir iki nefes kazanıyordu hayattan…Her gün bıkmaksızın mektuplarını okur ve her seferinde de ağlardı…Ağlardım…Kaybolurdu gözyaşlarıyla odadaki her ses,nefes dostluğunuzda…Hep sordum;“bunu bilmeye hakkı var, son günlerini, son nefeslerini yaşıyorsun, bunu ona neden söylemiyorsun?” diye...Ama onun verdiği cevap dostluğunuzun sonsuz cümlesiydi;
“Nedenler niyedir ki?Canımın canı,can dostum o benim nasıl söylerim,yokluğumun sessizliğinde sukuta bürünür kalbide…’’
Eflatun, hayatın getirdiği her acı,bizi ölümün kaçınılmazlığına inandırır…Uzakyakın da kaçamadı bu kaçınılmaz gerçekten…Bana vasiyetiydi bu mektubu sana yazmam…Başın sağ olsun…o hep orda seni bekliyor…
Ağlama bekle yalnızca…”
Eflatun artık kelimelerin ve nefesin bittiği yerdeydi…Okuduklarına inanamadı…Elindeki, gözyaşı yumağına dönmüş olan mektuba sadece bakıyordu…Can dostu, tek arkadaşı Uzakyakın, veda etmişti tüm dünyaya ve tüm dünya başına yıkılmıştı Eflatun’un…Neye uğradığını şaşırmıştı…Dostun hasretiyle her dem dolan gözleri, bu sefer ölüme bakıyordu, çaresiz…Gözleri kararmaya başladı…Artık sadece baktığı noktayı,o acı mektubu görüyordu…Bir süre sonra onu da göremez oldu…Aklını kurcalıyordu tüm sözcükler…Demek aynı kaderi paylaşıyorlardı demek son mektubuydu o mektup ve o yüzden bu kadar içtendi…Anladı ki söyleyemediği sözcükleri barındırıyordu içinde Uzakyakın, ve Eflatunun da söyleyemediklerini taşıyordu aslında farkında olmadan…
Artık dünyası kararmıştı Eflatun’un…Harflerini seçemediği mektup vardı yaşlı ellerinde… Farkında olmadan yere düşmüştü…Bir an duraksadı…Dünyayla tüm ilişkisi kesilmişti artık… Sonsuzluğa bakıyordu sadece...Vuslat gülleri filizleniyordu önünde…Belli belirsiz bir ses duydu gözlerinin baktığı belli belirsiz bir noktada...Eflatun söylencelerindeki harfleri lügatinden silmişken,Uzakyakın ona sesleniyordu tüm kalb-i samimiyetiyle…Bedeninde güç yoktu dosta gidecek…Artık ruhu yaşıyordu..Son nefesini verirken, gözlerindeki yaşlar yerini tebessüme bıraktı…Odadaki her şey susmuştu…Tek bir canlı yoktu adeta…Bütün varlıklar,ölümün verdiği bir vuslatı izliyordu… Eflatun, Uzakyakın’a kavuşmuştu leyl karası gözlerinde…Son sözcükleri döküldü dudaklarından…“Vuslat… Ölümle vuslat…” dedi ve yumdu gözlerini…
Dostun yerini dolduramadığı boşluk dolduracak mıydı dostların yerini?!…
Şimdi sadece boşluk vardı odada…
Ve boşlukta bir soru..
Arkadaşlık öldü mü?..
Sorunun cevabı yine boşluktaydı…
Ölen sadece iki bedendi…
Arkadaşlık ölmedi…
NurBeste..
"Arkadaşlık öldü mü?" konulu hikaye yarışmasına gönderdiğim hikayem.. ama malesef dereceye giremedim.. tabi her şey kısmet..
sizinlede paylaşmak istedim..
vesselam..