YEŞİLYOLCULAR | SANAL ALEMİN İMAM HATİP ŞUBESİ

Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.

    Senai Demirci'den...

    MAfacan
    MAfacan
    Yeşil Yolcu

    Yeşil Yolcu


    Kadın
    Mesaj Sayısı : 613
    Yaş : 32
    Nerden : BURSA / TRABZON
    Okul : BİAİHL
    İleti : RABBİM KALBİMİ TUT..! BUNA İHTİYACIM VAR..!
    Ruh hali : Senai Demirci'den... Tuhaf10
    Teşekkür : 7
    Puanı : 490
    Kayıt tarihi : 20/02/09

    Senai Demirci'den... Empty Senai Demirci'den...

    Mesaj  MAfacan Cuma Mart 13, 2009 10:35 pm


    Öyle çok pazarlık ettim ki Seninle ey Rabb’im. Sen çağırınca, kendime ayırdığım vakitlerden çalındığını düşündüm. Ezan okununca,sevdiklerimle geçirdiğim zamanların azalmasından korktum. Vakit girince, içim “cız” etti hep. Odamdan uzaklaştım, bıraktım işimi, bozdum keyfimi; öylece namaza durdum. Ayak diredim, “az sonra kılsam da olur!” dedim. “Az sonra”larım “çok sonralar”a döndü, geç kaldım, geç kalmaktan utanmadım. Sonunda ayaklarımı sürüye sürüye vardım huzuruna. Pazarlığımı vaktin daralmışlığını bahane ederek yeniden ileri sürdüm. Kaçıyordu namaz ya; o yüzden çabucak kıldım, selam verdim, hemen kalktım, rahatladım. Oysa rahatlığı Sana borçluyum. Ağrımayan her bir dişim kadar huzur borçluyum Sana. Damarlarımın her bir noktasında pıhtılaşmayan kanım kadar sükûnet borçluyum Sana. Tenimin kaşınmayan her bir noktası kadar rahatlık borçluyum Sana. Dişlerim ağrıyacak olsa her biri için harcayacağım zaman Senin. Kanım pıhtılaşıp damarlarım tıkanacak olsa, her defasında ızdırap ve korkuyla geçireceğim saatlerin hepsi Senin. Tenim her noktasında yırtılacakmış gibi acıyacak olsa, kendi kendime dar geleceğim huzursuz günler Senin. Gün oldu; usandım. Sabrımı tükettim; tükendim.
    Kendimi yontmaya heveslendim. Benden istediğin zamanı
    çok gördüm. Benden istediğini, benim için
    istediğini bile bile, huzurunda huzursuz durdum. Fazla buldum
    namazın rekatlarını; kısaltmak için bahaneler
    aradım. Günümü delik deşik etmeni, işimin
    arasına kesintiler sokmanı, hayatımın ortasına
    duraklar koymanı, uykumu bölmeni lüzumsuz gördüm.
    “Beni bana bırak!”larla durdum huzuruna; içim
    başka bir yerlerin türküsünü söylerken, ben
    seccadende, belki sadece bedenimle, mıhlı kaldım. Oysa
    Sen, dileseydin dar edebilirdin zamanı bana! Bir uçurumun
    dibine savrulmuş bir arabada çaresizce Sana yalvartıyor
    olabilirdin beni. Korkulu bir savaşın orta yerinde ateş ve
    kan kusan bombaların altında günümü de, işimi
    de, uykumu da, hatta rüyalarımı da delik deşik
    etmelerini takdir edebilirdin. Düşmeyen bombalar kadar,
    uçuruma savrulmayan arabalar kadar genişlik borçluyum
    Sana.

    İçten pazarlıktı benimkisi. Öyle içten ki kendime
    bile söyleyemedim. Gözlerimle birlikte gönlümü de
    secdene kilitlemeyi çok gördüm. Kendimi
    sıfırlamayı, benliğimi hiçe indirgemeyi
    beceremedim. Ensemde kaderin sıcacık nefesini hissedecek o
    teslimiyetin vadisine inemedim. Acelem vardı; alnımı
    koyduğum gibi kaldırdım seccadeden. Bütün
    benliğimle aşağı inemedim. İşim vardı, secdemi
    işime zaman kazandım. Secdeye kalbimi de sığdırmaya
    çalışmadım. Uykum vardı, secdemi sığ bırakıp
    uykumu derinleştirdim.

    İtirafımdır: Bencilliğimi de sırtıma alıp
    rükûlarda eritemedim. Bedenim eğilirken huzurunda,
    “emrolunduğum gibi dosdoğru olma”nın
    ağırlığını sırtıma almayı erteledim.
    “Sırası değil!”di; “hele dur; sonra da
    olur!”du. En Sevgili’ni bir gecede ihtiyarlatan emri
    üzerime alınmadım.

    Sen dileseydin, çocuğumun cılız nabızlarının
    eşliğinde, loş ve neşesiz bir yoğun bakım
    odasında, gözümü de gönlümü de, umutsuzca,
    çaresizce, ürpertiyle, korkuyla bir monitörün
    ekranına kilitleyebilirdin. Dileseydin, yeryüzünün
    sükûnetini bir anda kesip, küçücük bir duvar
    kıpırtısının gölgesinde, mini mini bir
    sarsıntının beklentisi içinde saçlarıma aklar
    düşürebilirdin.

    İçten pazarlık mı denir buna? Sen bilirsin Seninle
    ettiğim pazarlığı. Kendime sakladığım ve hatta kendimden
    de sakladığım sır bu. Dilime bile değdirmekten
    korktuğum, ağzıma almaktan utandığım öyle bir
    sır işte. Fısıldaması bile acı veriyor ya…
    Meselâ, uzayınca Fatiha, uzayınca sûre, heceler
    sanki özgürlüğe giden yolu taşlar gibi kestikçe,
    “bitmez şimdi bu namaz!” dediğim çok oldu. Ama
    içimden. Kimseler duymadı.

    Bir Sen duydun beni ey Rabb’im. Sırrımı bir Sen
    bildin. Kendimi lüzumsuz hissederken seccadenin üzerinde,
    dudağım anlamına yetişemediğim kelimeler için
    oynarken, Sen beni söylediğimden fazlasıyla duydun,
    söyleyemediğimi de, dile getiremediğimi de bildin.
    Ruhumu alıp uzaklara gittiğim halde, bir bedenimi
    bıraktığım halde huzurunda, kovmadın beni,
    yakınlığında tuttun.

    İtirafımdır; öyle anlatıldığı gibi
    özleyebilmeyi beceremedim henüz namazı… “Aradan
    çıkarmaya çalıştığım” oldu namazı.
    Geçiştirdim namazı. Bir “sorun”du çözdüm,
    hallettim. Selam verip sonra yaşamaya başladım…
    Yaşamayı namazın içinde aramalıydım. Namazı
    yaşamanın içine sızdırmalıydım oysa.
    Bilemedim.

    Kafa tuttum, ayak diredim, pazarlık ettim; ama Sen
    utandırmadın, yine yine yine huzuruna aldın beni. Her
    secdede rahmetinle okşadın alnımı. Her rükûda
    “aferinler” fısıldadın gönlüme. Her
    vakitte yeni bir sayfanın aklığına çağırdın
    ruhumu. Yüzüme vurmadın. Azarlamadın.
    Aşağılamadın. Hepten umut kesmedin benden. Yok
    saymadın. Utandırmadın.

    Pazarlık ettiğimi Seninle bir Sen bildin ey Rabb’im.
    Kimselere söylemedin. Sırdaşım Sensin, bir Sana
    açabilirim içimi, bir Senin beni ayıplamandan korkmam.
    Ben işte böyleyim; yine “bana ait”lerin
    hesabındayım. Başka kime söyleyeyim? Başka kimin
    anlayışından medet umayım?

      Forum Saati Paz Mayıs 19, 2024 7:36 pm