Akif ile Ali, birbirlerini seven çok samimi iki arkadaştı. Birbirlerini canları kadar seviyorlardı. Herkes onların bu dostluklarına gıpta ile bakıyorlardı.
Aynı zamanda aralarında bir sözleşme imzalamışlardı. Tabii bu manevi bir sözleşme idi. Akif bu sözleşmeye “hayırhahlık sözleşmesi” diyordu. Hayırhah, kişiyi devamlı hayra çağıran, kardeşinde görmüş olduğu kusurları sırf Allah rızası için yüzüne karşı söyleyen ve bu kusurları düzetmesi için kendisine yardımcı olan arkadaş, demekti.
Onlar şuna inanıyorlardı: Herkesin bir hayırhah edinmesi, kusurların düzeltilmesi için düşünülen çok tesirli çarelerden birisiydi. Çünkü kişiye hakikati hatırlatan ve devamlı hayra çağıran bir hayırhahının olması onun istikametine korumasına yardımcı olacaktı. Bu amaçla Akif, bir gün arkadaşı Ali’yi karşısına alarak ona şunu söyledi:
—Seninle bir sözleşme imzalamak istiyorum.
—Ne sözleşmesi. Hayırdır.
—Bende gördüğün her türlü yanlış ve eksikleri yüzüme karşı söylemen için sana yetki veriyorum.
—Bunu ancak bir şartla kabul edebilirim. Sende bende gördüğün kusurları söyleyeceksin.
—Tamam. Oldu bu iş.
Böylece iki arkadaş aralarında bir hayırhahlık sözleşmesi imzaladılar. Artık onlar birbirlerinin hayırhahı olmuşlardı.
Aradan yıllar geçmişti. Geçen bu yıllar bu iki samimi dostun samimiyetinden asla bir şey koparmamıştı. Ancak o yıl ikisini de üzen bir gelişme olmuştu. Akif iş için komşu bir şehre taşınmak zorunda kalmıştı. Birbirlerini teselli ediyorlardı. Kendi aralarında şöyle bir söz vermişlerdi: Sık sık birbirlerini ziyaret edeceklerdi. Çünkü bu dostluk ebediyete kadar devam edecekti.
Artık onlar farklı şehirlerde oturuyorlardı. Aradan bir ay geçmişti. Ali, dostu Akif’i ziyaret etmek istedi. Çünkü onu çok özlemişti. Onun adını andığında burnunun kemikleri sızlıyordu. Daha fazla sabretmek istemiyordu ve bu amaçla yola koyuldu.
Yolda ilerlerken esrarengiz bir adamla karşılaştı. Adam yolun kenarında oturuyor, sanki Ali’ye bir şeyler söylemek istiyordu. Ali adamın yanına gelerek selam verdi. Adamla tanıştı. Aslında bu adam insan şekline girmiş bir melekti. Ancak Ali bunu bilmiyordu. Adam sordu:
—Nereye gidiyorsun evladım?
—Arkadaşımı ziyarete gidiyorum.
—Arkadaşın sana büyük bir iyilik yapmış olmalı. Herhalde ona teşekkür borcunu ödemeye gidiyorsundur.
—Hayır! Söylediğiniz gibi ona bir teşekkür borcum yok. Onu Allah için seviyorum ve Allah rızası için onu ziyarete gidiyorum.
—Ne güzel! Sana bir sır vereceğim. Beni iyi dinle. Ben Allah’ın sana gönderdiği bir elçiyim. Nasıl ki sen arkadaşını Allah için seviyorsan, şunu bil ki, Allah da seni çok seviyor.
**************************************************************************************
“Benim izzet ve celalim için birbirlerini sevenler nerede! Hiçbir gölgenin olmadığı günde (kıyamet gününde) onları kendi gölgemde gölgelendireceğim.”
*************************************************************************************
Hz. Muhammed Mustafa (sav)
Aynı zamanda aralarında bir sözleşme imzalamışlardı. Tabii bu manevi bir sözleşme idi. Akif bu sözleşmeye “hayırhahlık sözleşmesi” diyordu. Hayırhah, kişiyi devamlı hayra çağıran, kardeşinde görmüş olduğu kusurları sırf Allah rızası için yüzüne karşı söyleyen ve bu kusurları düzetmesi için kendisine yardımcı olan arkadaş, demekti.
Onlar şuna inanıyorlardı: Herkesin bir hayırhah edinmesi, kusurların düzeltilmesi için düşünülen çok tesirli çarelerden birisiydi. Çünkü kişiye hakikati hatırlatan ve devamlı hayra çağıran bir hayırhahının olması onun istikametine korumasına yardımcı olacaktı. Bu amaçla Akif, bir gün arkadaşı Ali’yi karşısına alarak ona şunu söyledi:
—Seninle bir sözleşme imzalamak istiyorum.
—Ne sözleşmesi. Hayırdır.
—Bende gördüğün her türlü yanlış ve eksikleri yüzüme karşı söylemen için sana yetki veriyorum.
—Bunu ancak bir şartla kabul edebilirim. Sende bende gördüğün kusurları söyleyeceksin.
—Tamam. Oldu bu iş.
Böylece iki arkadaş aralarında bir hayırhahlık sözleşmesi imzaladılar. Artık onlar birbirlerinin hayırhahı olmuşlardı.
Aradan yıllar geçmişti. Geçen bu yıllar bu iki samimi dostun samimiyetinden asla bir şey koparmamıştı. Ancak o yıl ikisini de üzen bir gelişme olmuştu. Akif iş için komşu bir şehre taşınmak zorunda kalmıştı. Birbirlerini teselli ediyorlardı. Kendi aralarında şöyle bir söz vermişlerdi: Sık sık birbirlerini ziyaret edeceklerdi. Çünkü bu dostluk ebediyete kadar devam edecekti.
Artık onlar farklı şehirlerde oturuyorlardı. Aradan bir ay geçmişti. Ali, dostu Akif’i ziyaret etmek istedi. Çünkü onu çok özlemişti. Onun adını andığında burnunun kemikleri sızlıyordu. Daha fazla sabretmek istemiyordu ve bu amaçla yola koyuldu.
Yolda ilerlerken esrarengiz bir adamla karşılaştı. Adam yolun kenarında oturuyor, sanki Ali’ye bir şeyler söylemek istiyordu. Ali adamın yanına gelerek selam verdi. Adamla tanıştı. Aslında bu adam insan şekline girmiş bir melekti. Ancak Ali bunu bilmiyordu. Adam sordu:
—Nereye gidiyorsun evladım?
—Arkadaşımı ziyarete gidiyorum.
—Arkadaşın sana büyük bir iyilik yapmış olmalı. Herhalde ona teşekkür borcunu ödemeye gidiyorsundur.
—Hayır! Söylediğiniz gibi ona bir teşekkür borcum yok. Onu Allah için seviyorum ve Allah rızası için onu ziyarete gidiyorum.
—Ne güzel! Sana bir sır vereceğim. Beni iyi dinle. Ben Allah’ın sana gönderdiği bir elçiyim. Nasıl ki sen arkadaşını Allah için seviyorsan, şunu bil ki, Allah da seni çok seviyor.
**************************************************************************************
“Benim izzet ve celalim için birbirlerini sevenler nerede! Hiçbir gölgenin olmadığı günde (kıyamet gününde) onları kendi gölgemde gölgelendireceğim.”
*************************************************************************************
Hz. Muhammed Mustafa (sav)